ÖLÜYE DEĞİL DİRİYE

ÖLÜYE DEĞİL DİRİYE

ÖLÜYE DEĞİL DİRİYE

Yıllar önce annemin taziyesindeyken eski komşumuz Cemal Abi, taziye için gelen kalabalığın içinde beni göstererek “Bu adamın geçmişte bana söylediği söz üzerine ben hayatımı değiştirdim.” demişti. 

 Komşumuz böyle söyleyince ben de “ Abi ne söyledim? Bana da söyle. Ben de hayatımı değiştireyim.” diyerek karşılık vermiştim. Sonra anlatınca olayı hatırladım. Şöyle ki ben ortaokul yıllarında komşumuzun bakkalına gittiğim bir sıra, Cemal Abi’ye hal hatır sorduğumda, bana taziyeleri olduğunu ve Kur’an okuttuklarını söylemişti. Bunun üzerine ben de “Abi bu Kur’an ölüden çok diye gerektir. Okuyacaksan ölüye değil, kendine oku” demiştim.

 Bunun üzerine Cemal Abi “Bu genç doğru söylüyor.” diyerek Kur’an öğrenmeye ve okumaya karar veriyor. Sonrasında Kur’an ile haşır neşir oluyor ve hayatında değişimler yaşanıyor.

Aslında bu sözü, Milli Şair Mehmet Akif’ten almıştım. Nitekim Milli Şair “İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin; Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için” dizeleri bana esin kaynağı olmuştu. Çocukluğumdan beri Mehmet Akif’e büyük sevgim vardır. 

O zamanlarda da onun şiirlerini severek ve sıklıkla okurdum. Bu vesileyle Milli Şair’in ruhu şad olsun, diyelim.

Bu örnekten ilhamla dirilere gerekirken ölüler için daha çok yaptığımız şeyler olduğunu görüyorum. Kur’an-ı Kerim bunların en başında gelmektedir. Tabi ki ölünün arkasında Kur’an okumak iyidir ve faydalıdır. Ama asıl bu kutsal kitabımız Kur’an, yaşayan insanlar için indirilmiştir. Okuyacaksa insan, kendisi için Kur’an’ı okumalı, anlamalı ve yaşamalıdır.

Halk arasında bilinen ve sıklıkla vurgulanan “Ölünün arkasından konuşulmaz.” diye bir sözümüz vardır. Tabi ki ölenin arkasından olumsuz şeyler konuşmak edebe aykırıdır. Bizler millet olarak bu konuya oldukça dikkat ederiz. Ama gelin görün ki, asıl arkasından konuşulmayacak olan ölüler değil, dirilerdir. Allah-u Teâlâ gıybeti “ölü kardeşin etini yemek gibi” iğrenç bir kabahat olarak değerlendirmekte ve yasaklamaktadır. Ama bizler ne yazık ki, ölenlerin ardından konuşmayı ayıplarken; yaşayanların arkasından konuşmayı normal bir şey gibi sıradan görmekteyiz.

Bizler mezarlıklara gittiğimizde, mezarlık kapısından içeri girdiğimiz zaman, ilk olarak kabir ehline selam veririz. Millet olarak bizler, ölülerimizle beraber yaşarız. Ölüleri, gerçek anlamda ölmüş olarak görmeyiz. O nedenle onlara selamı aksatmayız. Gelin görün ki, bu selamı ölüden daha çok dirilere vermek icap eder. Ancak günümüzde mezarlıklara ve ölülere selamı her zaman veren bizler dirilere gelince selamı vermemekte ya da çok az selam vermekteyiz. Evde, iş yerinde, sokakta ve pazarda hâsılı kelam her zaman ve her yerde selamı vermemiz gerekirken; selam vermiyoruz. 
Bayramda ve seyranda mezar ziyaretlerimizi yaparak geçmişlerimizi hatırlamaya çalışırız. Her ne kadar bu gelenek zayıflasa da -şükürler olsun-  devam etmektedir. Tabi ki mezarlık ziyaretleri, ölümü hatırlamak adına ve geçmişlerimizi anmak adına önemlidir. Ama gelin görün ki, ölüleri ziyaretten daha önemli olan dirilerin, yaşayanların ziyaret edilmesidir. 

 Ziyaretleşmeler, İslam tarafından önemsenmiştir. Akraba, eş ve dost ziyaretleri sıklıkla tavsiye edilmiştir. Ne yazık ki ölülere yaptığımız ziyaretler kadar yanı başımızda yaşayan kişilere ziyaretleri yapmaz olduk. 
Son olarak ölen kişilerin ardından güzel sözler söylemek, sıklıkla yapılmaktadır. Bunun için “Kör ölür badem gözlü; kel ölür sırma saçlı olur.” denmiştir. Birisine iltifat etmek için, ölmesini beklemek büyük hatadır. Ölüye güzellemeler yapmakta üstümüze yoktur. Ölen kişilere, yaşarlarken tek güzel söylemeyen bizler, öldükten sonra onlara iltifatlar etsek ne fayda. Hayattayken birbirimize güzel sözler söylemek hayatı güzel kılacaktır. Toplum olarak iltifat etmede cimriyiz. Takdirde ve teşekkürde cimri; tenkitte ve eleştiride ise cömertiz.  Ölenlerden çok, çevremizdeki insanların iltifatlar duymaya ihtiyacı var, diye düşünüyorum.
Kur’an, selam, ziyaret, iltifat ve iletişim insana yaşarken lazımdır. Bunları kişi öldükten sonra yapsak bile sınırlı düzeyde faydalı olacaktır. Geç olmadan, iç içten geçmeden ve daha yaşıyorken insanlara gereken değeri vermeliyiz. “Güzel ve sağlıklı bir iletişim için kimsenin ölmesini beklemeyelim.” derim.