Nevruz Nine

Nevruz Nine


Şehrin kenar mahallesinde bulunan tek gözlü, ufak, sıra sıra briket döşemeli, küçük bir bahçesi olan bir evde yaşıyordu Nevruz nine. Bahçesinde evini güzelleştiren elma ağaçları, narlar, incirler… Şirin mi şirindi evi Nevruz ninenin. Ancak bu şirinlik içinde nine pek de mutlu değildi. Çünkü kader onu yapayalnız bir hayata sürüklemiş, o da buna direnmeden kaderine boyun eğmişti çaresizce. Hiç şikayet etmeden sürdürmek zorundaydı bu mutsuz yaşamını.

Komşularından ve iki torunundan başka kimsesi yoktu sanki ninenin. Yalnızca onlar gelirdi ziyaretine. Sadece onlar sorarlardı halini hatırını yaşlı ninenin. Nedense artık bir başkası gelmezdi yanına. Ne çocukları ne de başkaları… Bazen yeğenleri… Onlar da bayramdan bayrama işte…     

Komşuları ne yemek yaparlarsa yapsınlar aynı yemekten bir tabak da Nevruz nineye götürürlerdi. Hani ninenin yemek yapamadığından değil de maksat onu görmek ve halini hatırını sormak… Her gittiklerinden de nineden bir güzel dua alır, öyle dönerlerdi evlerine.  Her zaman tebessüm doluydu Nevruz nine onlara karşı.

Talha ve Yunus ninenin iki torunuydu. Sık sık gelirlerdi onlar da ninelerinin yanına. Çoğu zaman da elleri dolu… İşte yiyecek, içecek, meyve, sebze…  Güzel olan ne varsa getirirlerdi. Aslında getirdikleri en güzel şey kendileriydi nineleri için. Çünkü onların her gelmesinde artık havadan mı bahçesindeki topraktan mıdır bilinmez hep ama hep toz kaçardı Nevruz ninenin gözüne. Nasıl bir tozsa artık saatlerce gözlerini yaşartır onun.  Her ikisine de sarılır ve onlara: “Aslan oğullarım, yiğit torunlarım, gül çocuklarım…” diye iltifatlar ederek içindeki sevgisini onlara bir anda açıverirdi.

Talha ve Yunus buraya gelmekten büyük bir keyif duyardı. Nineleriyle ne de güzel sohbet ederlerdi öyle… Ama her ikisi de onun böyle yalnız yaşamasına akıl sır erdiremiyordu bir türlü. Bir gün Yunus yine güzel bir şekilde sohbet ederken ninesiyle ağzından kaçırarak:

 -Yahu nine, her şey iyi güzel de sen nasıl böyle yalnız yaşıyorsun?  Benim aklım bir türlü bu sırra erişemedi gitti. Hiç mi sıkılmıyorsun? dedi. Ancak Talha onu dürttü ve  küçük bir öksürük numarasıyla ona:

-Yahu sen de amma yaptın şimdi ha. Koskoca Nevruz  Kaplan’dan bahsediyoruz. Ninem  pehlivan gibi kadındır maşallah. Her şeyle baş etmiş bununla mı baş edemeyecek?  diyerek durumu düzeltmeye çalıştı.

 Nevruz nine ise o meşhur tebessümü ve manalı bakışıyla ikisine de bir defa baktı ve:

-Siz beni yalnız sanıyorsunuz ama hiç de öyle değil. Evet evde benimle beraber yaşayan kimse yok ama unutmayın ki ‘Kimsesizlerin Kimsesi’ sizinle olduğu gibi her zaman benimle de beraber. diyerek her ikisinin de kalbindeki sorulara bir anda cevap verdi.

Ne yapsın nine, onun da buymuş işte alın yazısı. Mürekkebi ve kalemi yok ki piyasada kendisi yazsın. Başını eğmekten başka çaresi olmamış hiç. Aslında bir zamanlar o da herkes gibi çocukmuş, gülmüş, eğlenmiş... Şirin mi şirin bir köyde açmış dünyaya gözlerini. Büyümüş, küçük bir kız olmuş. Köyün diğer kızlarıyla sürekli oynarmış eğlene eğlene. Köyün tam ortasından geçen çok küçük bir derede doyasıya eğlenirlermiş. Babası köyün en zenginiymiş o dönemlerde. Ancak Nevruz genç bir kız olduğu zaman artık mülk paylaşımı sonrası yaşanan tatsızlıktan mıdır nedir Nevruz’un amcaları Nevruz’u bu gençlik yaşantısında yetim bırakmış. O günden sonra talihsizlikleri başlamış Nevruz ve ailesinin. Çok geçmeden de ailesiyle beraber şehre yerleşmiş. En büyük ağabeyi burada fırıncılık yaparak geçimlerini sürdürmüşler. Daha sonra ağabeyiyle beraber çalışan Şehmuz hayırlı bir iş için çalmış bunların kapısını. Sonra ise Nevruz ailesinden ayrılıp kendi dünyasını kurmaya Şehmuz’la beraber başlamış.
Zaman geçmiş, 3 kız ve 2 erkek sahibi olmuşlar. Her valide gibi o da evlatlarını güzel bir şekilde yetiştirmek için gayret sarf etmiş.  Elinden geldiği kadar iyi yetiştirmek için didinip durmuş. Çocukları iyi yetişmiş yetişmesine ama ileride onları çok kötü bir sürpriz karşılayacakmış da hiçbirinin haberi yokmuş. Bundan ilk haberdar olan en büyük oğlu Hüseyin olmuş. O da yetişmiş, büyümüş, aile sahibi olmuş herkes gibi. Ancak zamanla kötü bir çevre edinmiş kendisine ne yazık ki. Alkolle başlayan kötü bir arkadaşlık onu karısını döve döve öldürmeye ve oradan kaçıp gitmeye sebep olmuş. Bir daha da Hüseyin’in izine rastlanmamış. Diğer oğlu Asım ise eğitim tahsilini tamamlamış, vatani görevini yapmak üzere atlamış trene. Ama gidiş o gidiş Asım’a dair de ortada bir şey yok…

Kalbi viran olmuş Nevruz ninenin. Çocukluk günlerindeki gülücüklerini artık iyice özler olmuş. Ancak ne yazık ki çok geçmeden kocası Şehmuz’u da kanserden kara toprağa göndermiş. Artık hayat onun için bir hüzünden ibaret olmaktan başka bir şey olmamış. Kızlarının da evlenmesi onun yalnız yaşamına açılan pencereden içeri girmesi için bir vesile olmuş artık. Bir süre kızlarıyla beraber yaşasa da beylerinin rahatsız olduğunu anlayınca kızlarıyla yaşamaktan da vazgeçmiş. İşte ondan sonra bu mahalleye getirmişler. Burada kiralık bir ev tutmuşlar. Sanki bir çöp gibi buraya atıp gitmişler.

Buraya yerleştiği ilk zamanlarda ev sahibi Neriman ile tanışmış dolayısıyla. Neriman’ı hep kızı gibi görmüş. Neriman da çok severmiş onu. Aylarca nineden kira parası bile almıyormuş bu sevgiden dolayı. Hatta sürekli  evine gidip bazen yemeğini yapar bazen de temizliğine yardım edermiş ninenin.  Aslında  Nevruz nine bu durumdan pek rahatsızmış. Bir gün Neriman’a giderek:

-Kızım bak, yapma böyle. Temizliğime, yemeğime yardım ettiğin yetmiyormuş gibi bir de benden kira parası almıyorsun. Ara sıra torunlarım sağ olsunlar para bırakırlar. Bari ondan al.” demiş ama Neriman da:

-Olur mu öyle hiç Nevruz nine? Darda değilim, açıkta değilim çok şükür. Senin kira paranı alacağımda ne işime yarayacak. Hem o para sana lazım olur. diyerek karşı çıkmış.

Yine bir gün Neriman, nineye uğramak için ayaklanmıştı. Avluya çıktığında halsiz olduğunu hissetti. Bari avludan sesleneyim de ihtiyacı olup olmadığını öğreneyim diyerek nineye seslendi. Nevruz nine ise ihtiyacının olmadığını söyledi ona. Ama bunları söylerken ninenin sesi biraz titrek biraz da boğuk çıkmıştı. Tedirgin oldu Neriman ama halsiz olduğundan içeri gidip dinlenmesi gerekti. İçeri geçip kendini yatağa attı. Ama bir tedirginlik vardı üzerinde. Acaba ninenin sesi neden öyle çıkmıştı? Hasta falan mıydı yoksa? Hem o hastayken onun yatağında rahat yatması mümkün olabilir miydi? Sorular, sorular… Neriman hemen ayağa kalktı ve tedirginlikle seslendi yine nineye. Seslendi seslenmesine ancak ninenin evinden ses seda çıkmadı. İçi ürpertiyle dolmuştu Neriman’ın bir anda. Hemen dışarı çıkıp hızlıca kapıya vurmaya başladı. Ama nineden hala ses gelmiyordu. Korkusu ikiye katlanmıştı. Bu sefer evinin avlusundaki duvardan ninenin avlusuna atlamış ve içeri girmişti. Hemen evin içerisine girdi. Kapıdan girip az ilerlediğinde nineyi yerde baygın halde buldu. Büyük bir telaşla onu alıp mindere yatırdı. Baygın halde olan nine:
 
-Geliyorum yavrum bekle, geliyorum,  diye sayıklıyordu. Derhal gidip komşulara haber verdi. Komşular büyük bir hışımla içeri girdi ve başında toplandı ninenin. Kimi ağlamaklı seslerle Kur’an okuyor kimi de dua ediyordu. Neriman bir de torunu Talha’yı aramıştı. O da yoldaydı.

Talha, Yunus ve ninenin kızları hemen gelmişlerdi. İçeriye girdiler. İçerideki manzara çok kötüydü. Hıçkıra hıçkıra ağlayanlar, yerde solgun yatan bir kadın. Kızları annelerinin baş ucuna geçerek ağlamaya başladılar. Yunus ambulansı aradı. Çok geçmeden gelmişti ambulans. Büyük bir hızla ambulansa taşındı nine ve büyük bir gürültüyle de hastaneye götürüldü. Neriman ise arkadan hıçkıra hıçkıra ağlayarak bakakaldı oracıkta.

Hastaneye gittiklerinde hemen acil servise taşındı nine. Durumu bayağı ağırlaşmıştı. Doktorlar müdahaleyi yaptıktan sonra hastane odasına yatırdılar onu. Bir süre hastanede yatması gerekti. Ama olsun. Bu kadar yükü taşıyan Nevruz nine bunu da atlatabilirdi galiba. Ama yine de her şey onu ve bizi kusursuz bir şekilde var eden Allah’a bağlıydı. Ne bilirse o bilirdi. Her şeyin ama her bir şeyin  en iyisini bilirdi o. Mutlaka burada da vardı bir bildiği. Zaten yakınlarını teselli eden de buydu. Kızları ve torunları doktorun yanına çıktılar. Doktor:

-Hastamızın beyin tomografisini incelersek maalesef beynin bir kısmı işlenemez hale gelmiş.

-Peki doktor, yaşayacak mı o?

-Allah bilir. Ama elimizdeki verileri değerlendirirsek Allah’ın izniyle yaşayacaktır. Ama yaşamının geri kalan kısmında bakıma muhtaç olacak. Onun için yanınızdan ayrılmasa iyi olur, diyerek gönderdi onları.

Artık Nevruz nineyi yanlarına alma zamanı gelmişti. Aralarında anlaştılar. Üç kız 2’şer hafta olmak şartıyla sırasıyla yanına alacaklardı. Bundan sonra anneleriyle ilgilenmek zorundaydılar.

Aradan bir ay geçti ve Nevruz ninenin torunu Talha, ninesinin eski oturduğu eve gitti. İlk önce Neriman’ın kapısını çaldı. Neriman dışarıda Talha’yı görünce hemen açtı kapıyı ve buyur bile diyemeden Nevruz ninenin son durumunu sordu. O da:

-Ninem artık bakıma muhtaç. Onun için annem ve teyzelerim aralarında anlaştılar. Hepsi sırasıyla bakacaklar ona. Ben de evden onun eşyalarını almaya geldim. Anahtarı varsa sizden bir zahmet açalım da alayım eşyalarını, dedi.

Neriman üzgün bir ifadeyle:

-Tamam, buyurun. Açayım size kapıyı, dedi.

Talha eşyaların bir kısmını alıp oradan ayrılmak üzereydi. Ancak son bir defa Neriman’ın yanına gitti. Ona:

-Her şey için çok teşekkür ederiz Neriman hanım. Ninem için elinizden geleni yatınız, dedi.

-O ne demek Talha bey. Benim de ninem sayılırdı o. Allah ondan razı olsun. İnşallah bundan sonraki yaşantısında fazla acı çekmez, dedi Neriman ağlamaklı bir ses tonuyla.  

Nevruz nine artık bakıma muhtaç halde çocuklarıyla yaşamak zorundaydı. Şimdi onu daha zor bir hayat bekliyordu. Keşke kızları onu daha önceden alsaydı yanlarına. Ama neyse şimdi zaten yanlarında olacak çocuklarının.